26 Şubat 2012 Pazar

Doktor Derdime Bul Bir Çare ! DDBBÇ


Pazartesi gününden beri boğazım ağrıyor. Belli grip olacağım. İlaç almayayım dedim. Çaya çorbaya vurdum kendimi. Yok geçeceği yok bu ağrının. Gece uykumdan uyanıyorum o derece boğazım acıyor anlayacağınız. Olmayacak böyle dedim. Tıbbi müdahale gerekli. Perşembe günü kalktım gittim Kadıköy kızılaya o da ne kulak burun boğaz yokmuş orada. Döndüm eve adatepe mi altıntepe mi ne zıkkımsa oradaki kızılaya. 18TL bir muayene bedeli ödedim efem, ama sağlık mevzubahisse gerisi teferruattır. Hastane psikolojisi tabi taş gibiyim boğazımda acıdan eser yok. Efendi gibi numaramın kapının üzerinde ki ekranda yanmasını bekliyorum. Bir ton yaşlı insan hepsi olay çıkaracak yer arıyor. Kapının önünde bekliyorlar falan. Personeller desen hepsinin siniri tepesinde hasta kayıtlarını tutan hatuna amcalar bir şeyler soruyor. Hatun tabi doktorlarla takılmaktan kendini bir şey sanmış belli. Kızın işi masada oturmak muayeneye gelenlerin faturadaki bilgilerini deftere geçirmek. Amca bir şey soruyor sanki açık kalp ameliyatında gerzek başını kaldırıp bakmıyor. Neyse sinirlendim yahu yazarken. Kapının üzerinde numaram yandı. Girdim odaya oturdum o lanet koltuğa. Sordu adam şikayetin nedir diye. Dedim benim boğazım ağrıyor ama öyle böyle değil. Başladı kulaklarımdan bakmaya. Bir de susan doktordan nefret ederim. Böyle ne bilim anlatsın kulağına bakacağım, şöyle yapacağım falan. Herif sustukça stres kat sayım artıyor. Her an ameliyata girebilirmişim böyle ne bilim büyük bir operasyon başlayacakmış gibi yüreğim ağzımda. Adamın ağzını bıçak açmıyor. Şu kılçık (git bir oku istersen) olayındaki gibi boğazıma bir de kamerayla baktı. Benim yine dil dışarıda a de i de nefes al falan. Yok bir şeyin dedi. Nasıl lan! Ben k*çımdan  mı uyduruyorum boğazım ağrıyor diye belli ki grip olacağım. Yap bir erken teşhis. Yok diyor, kesinlikle. Demek ki dedi bünyen öyle kuvvetliymiş, bir boğaz ağrısıyla atlatmışsın. Lan diyorum içimden bari bir boğaz spreyi yaz içim rahatlasın. Neyse ıhlamur iç falan bile demedi. Çıktım geldim evime. Dedim bu adamın bir şey bildiği yok. Direk internete girdim. Semt polikliniği K.B.B. Cuma saat 10.00 randevu al. Ertesi gün uyandım 9.30 gibi poliklinikteydim. Danışmadan aldım barkodlarımı çıktım. Sıramı bekliyorum yine. Yandı numaram, girdim içeri. Çooook sevimli, orta yaşlı bir doktor hanım. Gel şekerim otur koltuğa dedi. Nasıl bıcır bıcır konuşuyor. Heh dedim benim derdimi çözecek bu. Baktı ağzıma burnuma.
Senin mide sıvın ağzına geliyor boğazını tahriş etmiş bu kızarıklık onu gösterir.
-Hönk!
Sabah uyandığında ağzında ekşi bir tat var mı?
-Yok.
Midende yanma falan oluyor mu?
-Yani bazen sanki of bilmiyorum.
Senin mide asidin fazla şekerim.
-Yok ben grip olacağım sanırım boğazım ondan öyle bir grip ilacı verseniz şurup falan.
Hahaha ay ben böyle şeker hastalar istiyorum.
-(içimden)Laaan, sana da 7 sene okuduğun okulada. Yok mu memlekette erken teşhis yapacak bir doktor be. Salya sümük olmadan atlatayım şu hastalığı istiyorum beeee.
Şekerim 20 gün verdiğim mide hapını kullanmanı istiyorum. Mide asidini dengelememiz lazım. Bir de boğaz spreyi. Geçmiş olsun.
İlaçları aldım, boğaz spreyini kullandım sadece. Yok benim midemde bir şey asidimde iyi gayet.
O günün akşamı hastalık patlak verdi. Hapşuruk, öksürük, burun akıntısı. Cumartesi günü baya kötüydüm. Salya sümük anlayacağınız. Benim istediğim yalnızca erkenden önlem almaktı. O sıkıntılı hastalık anlarını bir gün bile yaşamayayım yani. Biri bir şeyin yok der, diğeri mide asidi der. Anlasanıza boğazdan yakalamış beni, gribe bağlanacak sonu. Yap bir erken teşhis. Antibiyotik ver demiyorum ama en azından bir vitamin yaa. Kişi kendinin doktoru valla daha da gitmem. Gittim eczaneden aldım bir grip ilaci ohh paşalar gibi. Şimdi daha iyiyim J
He bu arada doktorun mide asidi için verdiği pulcet diye bir ilaç var. Hiç kullanmadım, kullanmayacağım. Eğer bu ilacı kullanan bir kişi yazımı okuyorsa, kardeş istersen yollayayım sana, elimi sürmedim ha J Sevgiler. 

21 Şubat 2012 Salı

Tavsiye Ederim #1

Bugün dün yazdığım yazının tersini yazmaya karar verdim.
Ürünümüz Gratisten alınma bu şişecikler. Bence gayet hoş ve işlevseller. Paket halinde satılıyor. İlk satıldığı zamanlarda iki paket almıştım. Paketten bir pembe bir de mavisi çıkıyor. Pembe olanın ucu sprey, mavi olanın ki pompa mı desem? Yani onun içine sıvı bir şey koyulmaz. Bir paketini iki liraya mı ne almıştım. Sonra bir daha bulamadım gratiste. Sordum satış elemanına, çok soruluyor gelir belki tekrar dedi. Geçenlerde uğradım gratise gelmiş şişeler. Ama pis fırsatçılar bir iki lira arttırmışlar fiyatlarını. Çok büyük paralar değil yani ama çok gıcık oldum. Nasıl bir g*t güvenidir bu dedim. Satılacağını biliyorlar ya arttırmışlar fiyatı dedim. Abarttım işi anlayacağınız ve kendimce bu durumu boykot ettim almadım. Ama sizde yoksa edinmenizi tavsiye ederim. Hele ki bir yere giderken ürünlerin o koca koca şişelerini yanınızda taşımaktansa bunlarını içine koyup çantaya atmak çok daha pratik. Sevgiler.

20 Şubat 2012 Pazartesi

Memnun Değilim #1


MOTOROLA FLIPOUT
Bu yazıyı yazmak nereden aklıma geldi. Dün çalıştığım kitapçıya bir kız geldi. Elinde benim cep telefonumun aynısı yanına yaklaşıp “acını anlıyorum kardeşim, yalnız değilsin” demek istedim. Sonra ben yandım kimse yanması diyerek karar verdim memnun kalmadığım şeyleri paylaşmaya.

Ürünümüz Motorola flipout. Lanet yağsın. Ben bu cep telefonunu teknosa’dan aldım. Asıl amacım blackberry modellerine bakmaktı. Ama bu rengarenk telefonu görünce benim olmalı dedim. Satış elemanına sordum, “ne dersin dayanıklı mıdır? Başka telefonlara mı baksam” diye. “yek yaa hepsi aynı” dedi. Teknik tabirlerden anlamadığım için ve telefon alma kararında olduğum için satış elemanına güvendim. Kasada buldum kendimi. Eve gittim şarjını doldurdum. Sürekli kurcaladım. 1 saat sonra şarjı bitti. Çok kurcaladım ondandır dedim. Yok öyle değil. Günde 3-4 defa şarj ediyorum. Telefonu da çok kullanmıyorum daha doğrusu kullanamıyorum. 8 saat çalışıyorum zaten o saatlerde bakmıyorum. Sonrasında biraz mesajlaşıyorum, face, twitter, blogspot hoop yine şarjımız bitti. Bazen durduk yere hani hiç ellememişim telefonu, telefon ötmeye başlıyor. Cihaz çok ısındı 10 sn sonra kapanacak dıt dıt ötüyor o sırada bir yazı daha soğutma devrede. Sonra bir yazı daha cihaz ısısı normale döndü. Tabi bu sırada telefonla hiçbir işlem yapamıyorsunuz. İlk uyarıyı verdiğinde de cihaz ısıdan patlayacak modda oluyor. Bazen kendi kendini kapatıyor, sonra hiç pin falan sormadan açılıyor. Sağlamlılıktan da sınıfta kaldı. Zamanla kayar kısım deforme oluyor çünkü. Renkli renkli bir sürü kapağı var çok şirin duruyor fakat sakın aldanmayın. Ekranı dokunmatik ve çoooooook hassas. Şöyle ki telefonla konuşurken ışığının sönmesi gerekli değimli ekran bir durmalı. Yok konuşurken yanağınızdan etkilenip kapanıyor. Çıldırtıyor beni lan acaba kapanır mı diye düşünmekten konuştuğumu anlamıyorum. Kamerası 3.1 megapixel. 3.1lerin en kötüsü diyebiliriz.
Yok mu bu telefonun bir güzel yanı?
Var. Ses kalitesi. Harika şekilde müzik dinleyebilirsizin. Ayrıca dinlerken birden kulaklığı cihazdan çektiniz diyelim. Müzik programı otomatik kapanıyor. Bazen cebindeyken çıkar dışarıya ses bangır bangır gider ya yok öyle bir durum yani. Bu çok hoşuma gitmişti tabi müzikte dinleyince şarj süreniz yarım saate falan iniyor. Yani siz siz olun telefon almadan iyice araştırın. Teknik tabirleri öğrenin. Kullanıcı yorumlarını okuyun. Bir ton para verip pişman olmak en kötüsü çünkü. Sevgiler.

18 Şubat 2012 Cumartesi

simdi ve senin haberin yok



Sen ve ben genişçe çift kişilik bir kotlulukta karşılıklı uzanmalıyız. Senin üzerinde rengi atmış kısa kollu soluk t-shirtlerinden biri olmalı. Benim üzerimdeyse kapüşonlu bir sweat. 
Koltuk büyük bir pencerenin hemen önünde olmalı. 
Batacak güneş, tülün izin verdiği kadar aydınlatmalı odayı. 
Koltuktan bir iki adım ileride, kocaman tahta çerçeveli, biraz eski cam bir sehpa olmalı. Altında fotoğraflar ve dergiler olmalı. Fotoğraflar tek tek incelenip albüme yerleştirilmek ve üzerine notlar düşülmek üzere bırakılmış. Sehpanın üzerinde; kül tablası, okuduğumuz kitaplar ve mutlaka müsvedde kâğıtlar ve kurşun kalemler olmalı. 
Yerde pastel renklerde harika bir kilim olmalı. 
Televizyon değil, çok güzel bir müzik setimiz olmalı. Harika şarkılar çalmalı hayatımızın fonunda. Şarkının en bilindik yerlerine, nakaratlarına eşlik etmeliyiz. Birbirimize bakıp gülmeliyiz. 
Bacaklarımızın üstünde rengarenk örgü bir battaniye örtülü olmalı. Açık camdan hafif hafif esen rüzgar, tülü titrettiği gibi bizi de tatlı tatlı üşütmeli. 
Sen romanını okumalısın, ben alışveriş dergilerini karıştırmalıyım. Dergilerin bir ikisi hemen yanımda yerde olmalı, yanlarında bir de evin ihtiyaç listesi. 
Arada gezip görmek istediğimiz yerlerden bahsetmeliyiz. O an da çıkıp gidecekmiş gibi planlar yapıp heyecanlanmalıyız. Hemen o an da para biriktirme yollarını düşünmeli ve o yola baş koymalıyız. 
Senin gözlerin hızlı hızlı soldan sağa satırlarda dolaşırken dergimin üstünden seni izlemeliyim, gülümsemeliyim. 
O koca sehpayı iyice koltuğa yaklaştırmalıyız. Barlardan aşırdığımız bardak altlıklarını, çay kupalarımızın altına koymalıyız. Çayımızın şekeri ve demi tam kıvamında olmalı, peş peşe yudumlar almak istemeliyiz. Çok lezzetli, ev yapımı, çikolata parçacıklı kurabiyelerimiz olmalı, birer tane. 
Ertesi gün bir barda, köşedeki masanın koltuklarında otururken, kahkahalar atmalıyız başımız geriye yatmış, ayaklarımız yerden kesilmiş olmalı. Uzun uzun konuşmalı sahici kahkahalar atmalıyız.
Ama şimdi ben seni seviyorum ve senin haberin yok.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Yakamız ve Kartımız

Bizim iş yerinde yaka kartı büyük kaos genelde kimse kartını takmak istemiyor. Bense severim yaka kartı, ne bilim aynı t-shirtler falan. Takım olmak, birlik olmak benim hoşuma gidiyor. Gerçi yaka kartımı kırdığımdan beri takmıyorum pek. İşten ayrılacağım neredeyse hala bir fotoğraf getirip yenisini çıkartmadım.
Çünkü vesikalık fotoğrafım kalmadı. Vesikalık fotoğraf çektirmek, dünyanın en gerilimli işlerinden bence. Bir kere hayatında ilk ve son kez göreceğin bir adama poz veriyorsun. Hayır sıradan bir poz olsa canımı ye. Tüm mimiklerinle oyun hamuru gibi oynadıktan sonra, hiç rahat olmadığın bir şekilde seni bırakıyor, ve sakın kıpırdama diyor. O anda yüzümdeki her doku kaşınmaya başlıyor sanki saç diplerim bile. Ayrıca o gün fotoğraf gününde olman gerekli. Saçının şekil alası olmalı o gün. Sonra uykunu alıcan giyeceğin t-shirtü seçicen. Fotoğrafçı deklanşöre basıp tüm ışıklar bir anda sönüp aydınlandığında da şaşırmamalı, yüzündeki milimetrik ayarı bozmamalısın. Stüdyodan çıktığında da elinde olan 12 adet bir gözünün daha küçük çıktığı vesikalık. Pehh.
Biz iş yerinde bazen çok gülüyoruz. Mesela bazı sabahlar kartlarımıza notlar bırakıyoruz. Başka bir sabah kartımızda bunlarında bulabiliyoruz. Remzi’de çalışmak çok keyifli ve eğlenceli. İnsanlar kendilerini kaybetmediği sürece. Sevgiler.

3 Şubat 2012 Cuma

rihannacığım

İşe gidip gelirken mutlaka kulağımda bir müzik olur. Eğer kendi listemi dinlemiyorsam radyo istasyonlarını zaplıyorum. Sabah 7 ile 10 arasındaysa Rock FMde Mesut Süre'nin hazırladığı Convers'le Rabarba'yı dinliyorum. Muhabbetler o kadar içten ki eminim sizinde hoşunuza gidecektir. Saat 14.00 de iş başı yaptığım zamanlarda dinleyemiyorum o saatlerde uyuyor oluyorum :) Öğlen kalkıp işe giderken enerjik-tempolu bir şeyler arıyorum o zamanda genelde pal stationı dinliyor buluyorum kendimi. Son zamanlarda bu şarkıyla çok sık karşılaşır oldum. Geçenlerde televizyon bir müzik kanalında kalmış evin içinde dolanırken "ah o şarkı yaa" oldum. Tabi ben farkına vardığımda klip son demlerindeydi. Youtubedan tamamını izledim ve çok hoşuma gitti. Film tadında olmuş. Ben normalde Rihanna ne dinlerim ne de beğenirim. Fakat bu şarkı ve kliple Rihanna kalbimi çalmış oldu. Diğer şarkılarını hala sevmiyorum gerçi neyse, öyle işte. sevgiler.





2 Şubat 2012 Perşembe

işim, şehir, hayvan.


Bütün bir gün yattım. Duş aldım fakat kendime gelemedim. Kafam kazan gibi. Aslında bu benim tek izin günüm. Yapmam gereken bir sürü şey var. Kendime ayırabileceğim tek gün ama ben yataktan çıkmamayı tercih ettim. Yanlış yaptım biliyorum ama yaptım artık. Saatler nasıl çabuk geçti. Moralim bozuldu şuan. Bütün bir hafta insanlara dert anlatmaktan izin günümde insan görmek, sosyalleşmek istemiyorum.

İnsan ne zaman işi bırakmalı. Ne zaman işini değiştirmeli. Hiç zam yapılmadığında mı, kendini tekrar ettiğinde mi, sinirleri yıprandığında mı? Daha up uzun sayabilirim buraya. Şu sıralar tek düşündüğüm iş. Yani bu benim hayatımın işi değil, biliyorum. Hatta işe başladığımda okulu bitirdikten sonra ayrılacağım diyordum. Okulum biteli 6 ay oldu hala yerimde sayıyorum. Kendimi geliştirmek için bir adım atmıyorum. Bu gidişle mezar taşıma geldiği gibi gitti yazacaklar. İşten ayrılmak için cesaretim yok resmen. Bu benim ilk işim ve bu kadar takılı kaldığım için mi acaba? Yani mağazacılık bu bir geleceği yok. Herhangi bir motivasyonda yok. Ve ben işe ilk başladığım zamanki gibi anlayışlı, sabırlı, olumlu değilim. Hem verimli olamıyorum hem de kendimi yıpratmaya başladım. En ufak bir terslikte tüylerim diken diken oluyor, gerim gerim geriliyorum. 


Bir iş yerinde hele ki hizmet sektöründe motivasyon çok çok önemli. Yani sizi bir şekilde tatmin etmeliler ki sizden tam verim sağlayabilsinler. Ama bizde yıpranana kadar kullanılıp inceldiği yerden koparılıyor. İş çok güzel ve keyifli bir iş aslında fakat profesyonelce davranılmıyor. Bu kadar laf edip hala burada kalıyorum. Dedim ya cesaret edemiyorum. Sanki buradan ayrılırsam uzunca süre iş bulamayacakmışım. Bulsam mutlu olamayacakmışım gerekiyor. Ben ne zaman bu kadar korkak oldum?
Sevgiler.

1 Şubat 2012 Çarşamba

karışık kafa,saçma yazı.

1 Şubat 2011
Bugün Barış Manço’nun ölüm yıldönümü.
Bugünde saatin alarmından önce uyandım.
Sabah bulaşıkları yıkadım. Muzlu süt yaptım.
Bugün İstanbul Erenköy karlar altında.
Bugün Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf kitabına başlıyorum.
26sında Ebru işten ayrılmıştı. Dün Mustafa’da işten ayrıldı. Bugün yeni kasiyer personelinin işe başlama günü.
Bugün kendimi çöp gibi hissediyorum.
İşten ayrılmak istiyorum kesinlikle hiçbir keyfi kalmadı.
Bugün onda işten çıkacağım.
Şimdiden yorgunum.
Ne istediğini bilememek, nereden başlıyacağını bilememek çok kötü çok zor.
Uykum var.
Karı sevmiyorum.
Bahar gelsin.
Yalnızlık çok büyük bir nimet.
Hof. Sevgiler.