30 Aralık 2012 Pazar

çiya degil çiyan


Hiç yurttaki kızlardan bahsettim mi bir yazılarımda bilmiyorum. Biz yurt dairemizdeyken zamanla altı can arkadaş kaldık. İki senemizi beraber geçirdik. Canlarım benim hepsi benim için çok değerli. Gel gör ki okul bitince hepimiz dağıldık. Yani dağıldık derken evlerimiz birbirine en alakasız noktalarda. Bunun üzerine birde işe güce başlayanlarımız olunca biz ayda yılda bir gün görüşür olduk.
Dün o günlerden biriydi işte. Ancak 4 kişi toplanabildik. Bir arkadaşımız whatsapptan video göndererek katıldı bize :) Diğerinin buluşmalara gelmemek için hep bir bahanesi var :) Neyse sema şehir dışında oturuyor. Onu hareme götürecek servise bıraktıktan sonra üç kız lahmacun yiyelim dedik. Maşallah hepimiz gırtlağımıza düşkün insanlarız çok şükür :)
Açıkçası ben kadıköyde lahmacun yenecek bir yer bilmiyorum. Zamanında iş yerindeki arkadaşlarım ve ediz çiya diye bir lahmacuncu olduğunu söylemişti. Tabi ki benim canım aklım yemekle ilgili olduğu için kalıcı hafızaya kaydetmiş bunu. Bilgiyi olduğu yerden kullanmak üzere çıkardığımda koordinat olmadığını fark ettim. Telefonlardan çiyanın yerini arıyorduk ki dükkânının önünde durduğumuz kahveci dışarı çıkıp “bayanlar nereyi arıyorsunuz” dedi. Sanırım dükkânın önünü kapamamamız ve bir an önce gitmemiz için böyle bir hayırseverlik yaptı ve bize çiyanın yerini tarif etti.
Evet meşhur ÇİYA kebap lahmacun bıdı bıdıya geldik. İçersi kalabalık. Bu yemeklerin güzel olduğuna işaretti. Girişte oranın sahibi kılıklı bir kişi bize hoşgeldiniz beşgittiniz muhabbeti yaptı. Bu da güzel. En üst katta bir yer bulduk oturduk. Menü bir geldi. Vay arkadaş. Yirmi liranın altında bişicik yok. Lahmacun 4 lira. Hayatımın en pahalı lahmacunu. Kalkalım der gibi oldum ama o kadar kurulmuştuk ki masaya imkansızdı. Canım biz daha ölmedik dedik ve verdik siparişleri. Garson yemek siparişlerimi aldı ve gidiyordu ki arkadaşım “içeceklerimizi de söyleyelim” dedi. Garson “yemekleri getirince alacağım” dedi. Ancak biz deli gibi susuzuz, öleceğiz bir damla su için. Garsonların hiç biri suratınıza bakmıyor. Neyse zıtlık etmeyelim az bekleyelim dedik. Yemekler ve içecekler geldi. Lahmacun kuru kuru mu yenir anasını satayım. Lahmacunun yanında salata getirmeyen müesseseye bacağım girsin afedersin. “Salata parasıyla mı” dedim garsona. “Maydanoz ve limonu biz veriyoruz, arkadaşım getirecek” dedi. Biraz içim rahatladı. Bekle arkadaş bekle arkadaş sır oldu. Ne gelen var ne giden. Diğer masalara pervane bu garsonlar bizim yüzümüze bakan yok. Vereceğim parasını dikeceğim tepeme bir tanesini. En sinir olduğum şeydir. Garson veya satış temsilcisinin artist davrananı. Bende çalıştım ama daha az parası olana hiç bok muamelesi yapmadım. Bilmediğim bir şey değil insanların ağız kokusunu çekmek. Ben senden ekstra bir ilgi beklemiyorum. Doğru düzgün hizmet ver yeter. Neyse! Biz lahmacunları yedik kuru kuru. Hesabı ödedik, çıkacağız. Kapıdan ilk girdiğimizde bizle konuşan sahip kılıklı kapıdaydı. Üç hatun adamın önüne dikildik. “Siz burada yalnızca lahmacun yiyene insan gibi davranmıyor musunuz?” dedim. Adam “bir sorun mu yaşadınız” dedi. Anlattık. Adam hala efendim salata ve ek zıkkımlar parayla diyor. La çorak toprakta bile kendiliğinden çıkan şu maydanozu bile getirmediniz onu anlatmaya çalışıyoruz. Ayrıca su masaya gelmeli ya da içeceklerin siparişi baştan alınmalı! Yanlış mıyım arkadaş ya?
Sahip kılıklı gerekli arkadaşları uyaracakmış. Hee öyledir.
Diyeceğim şudur ki. On kişilik dikkat çeken bir grup falan değilseniz gitmeyin kimse ilgilenmez. Garson kardeşler vallahi odun. He kebaplarda yirmiden aşağı değil. Adam başı elli lirayı gözden çıkarın doymak istiyorsanız. Hani çorbası tatlısı zart zurt. Tuvaleti de bok gibiydi. Çöp kovası değil Pisa kulesi mübarek herkesin sidikli kağıdı üst üste yığılmış ağzıma girecek neredeyse. Aman canı çeken gitsin canım. Ben bir daha gitmem :) Sevgiler.
O günden bir kare :)

26 Aralık 2012 Çarşamba

KARTPOSTAL


Mektup ve kartpostallar hep hayatımın içerisinde oldu. Teyzem ve annemin rahmetli halasıyla hep mektuplaşmışızdır. Teyzem her önemli, kutlanası günde bize kart atar. Daha sonra mailler çıktı tabi ama teyzemin kart adeti hiç bozulmadı. Sonracığıma benim yurttan canım arkadaşım Büşra amerikaya gitti. Yıllar sonra ona yazdığım mektubu yollamak için gittim postahaneye. Tozu yuttum bir kere tabi. Genlerime kodlanmış mektup-kart aşkı depreşti.

İlk kez bir seferde 11 tane kart yolladım. Çok mutluyum. Zarfları hazırlamak, kartları yazmak çok keyifliydi.

Denemesi bedava J

Sevgiler

dinleyelim


18 Aralık 2012 Salı

braundan jest


Braun beni çok mutlu ettin :)
Geçtiğimiz haftalarda braunla marka saç düzleştiricimle ilgili bir sorun hakkında yazı yazmıştım. Yazıyı bloğumda yayınladıktan sonra facebookta braunun sayfasına gönderdim. Benden iletişim bilgilerimi istediler ve braundan yetkili bir bayanla sorunum hakkında sohbet ettik. Konuşma beni oldukça tatmin etmişti. Ancak bir hafta sonra bayan beni tekrar aradı ve beni braun markasına geri kazanmak için bir ürün yollamak istediklerini söylediler. Çok sevindim ve bu davranışları benim çok hoşuma gitti. Açıkçası yetkili servisleriyle ilgili sorunlarımdan sonra satış sonrası hizmetlerinin sıfır olduğunu söylemiştim. Ama süper bir jest yaptılar ve gönlümü aldılar doğrusu :)
Konuştuğumuzun ertesi elime ulaştı kargo. Boyalı saçlar için olan es3 modelini göndermişler. Çok hoşuma gitti ve çok memnun kaldım.
Hakkınızı mutlaka arayın canlar. Böyle bir güzellikle çözümlenebilir. Sevgiler :)

Dev Yardım Kumbaraları


Herkesin evinde çöpe atmaya kıyamadığı ancak artık kullanmadığı oyuncakları veya artık ihtiyaç duymadığı ya da kütüphanesinde yer veremediği kitapları vardır. Bunlar evin içinde oradan oraya taşınırken ziyan olup giderler. İlk kez facebookta gördüm, Giresun belediyesinin hayata geçirdiği bu kumbaraları. Fikir belediyenin mi değil mi bilemem ama bence müthiş olmuş. İstanbul’da da bu kumbaralardan olacak mı var mı diye düşünüyordum. 

Pazar günü “İçerenköy Carrefour”da karşıma çıktı. Bloğumda yazarım diye hemen fotoğraflarını çektim. Giresun’da ki kumbaraya ek olarak giysi bölümü de eklenmiş. İyi de olmuş.  Rotaract klübünü ben daha önce duymadım. Kimdir, kimindir, nedir bilmiyorum. Yardım kampanyasının içeriğiyle ilgili bir bilgi bulamadım internette. Şayet bir bilen varsa bizi aydınlatsın. Bu kumbarada aklınızın bir köşesinde olsun istedim. Sevgiler.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Braun Saç Düzlestirici peh

Öncelikle tüm bunları akıl etmemi sağlayan üniversitedeki Kazım hocama teşekkürü bir borç bilirim :)

Mayıs ayındaki “SAÇ ÖNEMLİ ARKADAŞIM” adlı yazımda, 2007 yılında aldığım Braun marka düzleştiricimden çok çok memnun olduğumu kablosundaki temassızlık yüzünden çalışmadığını, gidip aynısından tekrar aldığımı söyledim.
 Aslında dediğimin arkasındayım. Benim sorunum Braunla değil Braunnun yetkili servisiyleydi. Ama yaşadığım olaydan sonra bir daha Braunu hayatıma sokmamaya karar verdim. Satış sonrası hizmet sıfır! Şimdi size başımdan geçen rezil hikâyeyi anlatayım.
 İlk Braun düzleştiricim eskiyince, 8 Ocak 2012 tarihinde İçerenköy Carrefour da ki Boyner mağazasından bir tane daha aldım. Dört ay sonra düzleştiricim arızalandı. Bende garanti belgesinden bana en yakın yetkili servise baktım. 21 Haziran 2012 tarihinde düzleştiriciyi teslim etmek üzere servise gittim.


Yetkili servisin adı:
SERVİSTANBUL Elektrikli Ev Aletleri Pazarlama & Servis Hizmetleri 

Dükkana girdim kimse yoktu. “Merhaba” diye seslendim. İçeriden bir bayan geldi. Bayana düzleştiriciyle ilgili sorunumu anlattım servise gönderilmesini istediğimi söyledim. Bayan ciddiyetsiz bir tavırla “Valla ablacım şimdiden söyleyeyim bir aydan önce gelmez.” Kadının bunu demesiyle tüylerim diken diken oldu. Bu nasıl bir üslup işini yap güzel kardeşim. Yasal sürenin 15 iş günü olduğunu bir gecikme olursa hukuki yollara başvuracağımı söyledim. Ürünü teslim edip bir kayıt belgesi aldım. Kadının konuşmalarının alt metninde “Bana bulaşmada ne bok yersen ye” vardı açıkçası. Hali tavrı bunu gösteriyordu.

15 iş günü doldu. Direk Braunu aradım. Derdimi anlattım. Ürüne değişim yapılmasına karar verilmiş. Değişim olacağı zaman 30 iş günü olabiliyormuş. Eyvallah. 30 iş günü (ki bu 6 haftadır) sonra aradım. Ürün yurt dışından henüz gelmemiş. Gelince bizzat kendileri arayacakmış. Eyvallah. Bir hafta falan geçti tekrar Braunu aradım. Konuyla ilgili arkadaş yıllık izindeymiş. Eyvallah. Bu sefer bir kez de Servistanbulu arayayım dedim. Derdimi bayana anlattım. “Ben firmayı arayıp size geri döneyim” dedi. Tamam deyip kapatıyordum ki. “Telefon numaranızı alabilir miyim” dedi. Kendisine ürünü verdiğimde bana kayıt açtığını o zaman telefonumu verdiğimi. Oradan bakabileceğini söyledim. “Hee.. Evet ama şimdi o evraklar uzakta ben bir numara alabilsem” dedi. İçimden senin yapacağın işe profesyonelliğine s*çiiim diyip verdim numaramı. Hayır k*ç kadar dükkan ne kadar uzakta olabilir yani. Üşengeç! Yarım saat oldu tık yok kırk beş dakika oldu yok. Aradım servisi tekrar. “Biraz önce konuştuk beni arayıp haber verecektiniz? Telefonumu aldınız hani?” “Ah şimdi sizi arayacaktım bıdı bıdı bıdı ürün geldiğinde size haber vereceğim”

Hee öyle mi arkadaş pekala. Tüm yasal süreler dolduğuna göre, ben hakkımı arayayım sizinle uğraşamayacağım daha fazla. Hemen Tüketici Danışma Hattı ALO 175 i aradım. Derdimi anlattım. Bana izlemem gereken yolu tane tane açıklayarak anlattılar.
Servis kayıt belgesi
Ürünün faturası
Garanti belgesi
Yazdığım belgelerden üçer kopya alıp, oturduğum yerin bağlı olduğu kaymakamlığa gittim. Şuaraya dikkat çekmek isterim ki Ürününüzün garantisi bitene kadar faturanızı saklayın. Şayet ben faturamı saklamamış olsaydım hakkımı savunamazdım. Lütfen sizde faturalarınızı saklayın. Her neyse ben gittim kaymakamlığa. Tüketici hakem heyetine çıktım. Orada ton ton bir amca vardı. Boş bir masaya oturttu beni, önüme bir dilekçe verdi ve nasıl dolduracağımı anlattı. Dilekçemde para iadesi istediğimi yazdım, ondanda üç kopya aldım. Hepsini üç grup halinde zımbaladım. Oradaki ton ton amca kontrol etti. Büyük bir defter işledi. Bana bir takip numarası yazdı ve dört ay sonra kaymakamlığı arayıp numaramı söyleyip sonucu öğrenebileceğimi söyledi. Adamın dedikleri bende şok etkisi yarattı. Dört ay mı? Tüm bu süreç dört aydan önce sonuçlanmıyor maalesef. Kaymakamlığa başvururken dört ayı gözden çıkaracaksınız. Düşündüm zaten düzleştiricinin bana geleceği yok dört ay beklesem ne olacak. Ayrıca hakkımı arıyorum. Benim lehime sonuçlanacak bir olay. Neden dört ay için kaçayım ki. “Tamam abi” dedim. Hakkımı aramış olmanın inanılmaz güzelliğiyle ayrıldım kaymakamlıktan.


Bir hafta sonra telefonumda beş cevapsız gördüm bir ev numarası. Yüreğim ağzıma geldi, birine bir şey oldu diye. Geri aradım. Ana Boyner! Karşıma çıkan bayana önce ismimi sonra telefonumda taraflarından beş cevapsız olduğunu, sebebini öğrenmek istediğimi söyledim. Kadın tam bir öküzdü. “EE aramışız, evet, bir dakika, konu ne, he dur bağlıyorum. Şeklinde bir konuşmadan sonra telefonu bağladığı bayan, dilekçemin ellerine geçtiğini ve konuyu aramızda halledip halledemeyeceğimizi sordu. “Kaymakamlıktan gelecek sonucu bekleyeceğim ilginize teşekkürler” dedim. Ertesi gün tekrar aradı ve prosedürün ilerlemesi için servisin ürünü kargolaması gerektiğini, ancak servisin “kargo bedelini ödeyemem yollamıyorum” dediğini söyledi. Dört ay beklemektense ürünü servisten alıp, Boynere gelirsem para iademi gerçekleştireceklerini söyledi. “Tamam” dedim.

Şimdi birincisi benim düzleştiricim servisteyse salak kadın neden beni arayıp haber vermedi. İkincisi acaba düzleştirici eline ne zaman ulaştı. Üçüncüsü servisi batırmak istiyordum, olan Boynere oldu. Ürünü Boynerden aldığım için muhatabım Boynermiş. Her neyse önce servisi aradım ürünü hazırlamalarını geldiğimde onlarla muhatap olmak istemediğimi söyledim. Sanki iltifat ediyorum. Evet efendim, hazır efendim, bekliyoruz efendim. Ben hayatımda bu kadar ciddiyetsiz, bu kadar acemi, bu kadar yalaka insan görmedim. Ben gidersem kavga çıkaracaktım. Annem ürünü almaya gitti. Ben ürünü Boynere götürüp muhasebeden paramı geri aldım.

Yani anlayacağınız, varsa bir sorununuz çözüm aramaktan kaçmayın. Bakın haklıyım ve öyle böyle lehime sonuçlandı durum. 179 lira az değil neden düzgün hizmet alamayasınız ki. herkese bol şans, sevgiler :)

28 Kasım 2012 Çarşamba

hafta sonu gözümün gördükleri

Bir önceki yazıma ekleyecektim ancak altlarına yazacak uzun uzun paragraflarım yok. Bu yüzden başka bir başlık altında toplayayım istedim. Fotoğraf çekmekte hiç bir iddiam yok, yalnızca seviyorum. Sizlerle de paylaşmak istedim. Bilmiyorum ilgi çeker mi çekmez mi? Sadece paylaşmak istedim :) Sevgiler.

Bahçede evde

canımız kuzine. hafta sonu bütünleştim kendisiyle :)


sokak isimleri acuk tuhaf sanki

Bahçedeki kütüğün üstü mantar olmuş tuhaf :)

Bu kilim annemin halasınınmış, benim olacak inşallah :) eheh çok beğeniyorum.

Ne vanası bu? Bilemedim.

Canım yurdum insanı :) PTT?

Sen ne güzel yolsun öyle

Babam söyledi adını ama unuttum. Köylüler bu klübenin içine fındık veya cevizlerini koyup kurutuyorlarmış. Yerden yüksek olmasının sebebi de fındık ve cevizleri farelerden korumakmış. Adını bilen?

:)

Haftamın Sonu


Geçtiğimiz hafta sonunu Maşukiyede geçirdim. Hava buz gibiydi. Bahçemize bile çıkamadım. Tüm hafta sonunu kuzinenin başında geçirdim. Zaten teyzelerimin doğum günü kutlamaları başladı. Onlarla beraber sevgi yumağı olduk.

32 diş kuzenler

Giderken Haremden İzmit otobüsüne bindik. Halkevinde inip Maşukiye arabasına bindik. Dönerken evden Derbente kadar yürüdük babamla. Tren seferleri kaldırıldığı için onun yerine 200 numaralı Derbent-Tuzla otobüsleri konuldu. Bende 200 numaraya binip Tuzlaya oradan 17b ile son durak Pendiğe ve 17 numara ile evime geldim. Pazartesi diye midir nedir? Pek rahat geldim.

Bahsi geçen otobüs arkadaş :)

26 Kasım 2012 Pazartesi

Akademi Günlügüm voL 1


Malumunuz yıllardır hayalini kurduğum tiyatro akademisine yazılmış, işinden istifa etmiş bir bayanım. An itibariyle bloğumda “Akademi Günlüğüm” yazı dizisini başlatmış bulunmaktayım. 
13 Kasımda diksiyon dersiyle başladı akademi hayatım :) Beş hafta daha böyle sürecek. Diksiyon eğitimimi tamamladığıma hocaları inandırırsam level atlayıp oyunculuğa geçebileceğim. O kadar çok istiyorum ki tiyatroda başarılı olmayı, bir yerlere gelmeyi. Hayatımın geri kalanında yalnızca tiyatroyla ilgilenmek istiyorum. Tek dileğim bu. Umarım gerçekleştirebilirim.

İlk hafta derslerimize TRT spikeri Nuran KUTLUBAY girdi. Çok şık, çok sempatik biri. İlk hafta ünlü harfleri çalıştık. Nasıl okumamız gerektiğini öğrendik. Bu arada akademiye haftada iki kez gidiyorum ve 3er ders yapıyoruz. Tüm sınıfın en zorlandığı harf “E” harfi. Doğru telaffuz ettiğimi sandığım çoğu şey yanlışmış. Herkes yanlış okuduğu kelimeyi işaretliyor ve ona yoğunlaşıyor. Kulak zamanla alışınca insanın ağzı da doğru okumaya başlıyor. Şimdi televizyon izlerken hep yanlışlıkları yakalıyorum.

İkinci gün son derste hoca bir şiirle geldi sınıfa. Şiir tamamen tuzaklı kelimelerle dolu. Herkes tek tek sahneye çıkıp okudu dersi. Amaç sahne korkusunu biraz olsun atmak. İnsanlar bizi izlerken kekelemeden bir şeyler yapmaya başlamak :)

İkinci hafta derslerimizi Cihan ÜNAL ile birlikte yaptık. Diyaframımızı nasıl kullanacağımızı öğrendik. Tek nefeste 3 kez arka arkaya tekerlemeler okuduk. Nazım HİKMET’in “Dünyanın en tuhaf mahluku” şiirini çalıştık. Bu şiiri duyguyla okumayı öğrendik. Yani bu şiiri değil de nasıl tonlama, vurgulama yapabileceğimizi bu şiir üzerinden öğrendik. Ki bu şiir Nazım’ın en sevdiğim şiirlerindendir. Cihan ÜNAL’dan daha önce hiç dinlememiştim. Mükemmel okuyor. Azıcık karıştırdım youtube da var mıdır diye. Bir televizyon programında da okumuş.



Ders bitiminde Cihan ÜNAL ile sınıfça fotoğraf çektirdik. Fotoğrafı buraya eklemek isterdim ama kimseyi tam olarak tanımıyorum o yüzden koyamayacağım. İki haftanın özeti böyle canlar. Sevgiler

Sergül'ün Çekilisi :)

Sergül; öncelikle "Yolun Neresindeyim" adlı bloğun annesi ve benim kendime örnek aldığım çok doğal, samimi bir blogger. :)
Bumerang Ödüllerinde "En Çalışkan Blog" kategorisinde ilk 3e kaldı ve verdiğimiz oylara teşekkür etmek için bir çekiliş düzenledi :)

çekiliş videosu


çekiliş linki için BURAYA

22 Kasım 2012 Perşembe

Bitirdigim Ürünler #1


Merhabalar canlar :)Uzun zamandır blog tutan ve video yapan arkadaşlarda görüp çok özendiğim konunun yazı dizisine an itibariyle bende başlamış bulunmaktayım. Vatana millete hayırlı olsun :) Bu yazı dizisini hatırı sayılır ürün bitirdikçe bölüm bölüm yazacağım.Bu işi aylık yapamam ben. Çünkü hiçbir şeyi düzenli kullanmıyorum. Elimde aylardır sürünen kremler var. “Dur la şunu kullanayım da bitsin epeydir var” diye bir ürüne dadanır, tam bitecekken “eağğh sıktı bu” deyip başka bir ürüne başlarım. O yüzden benim düzenli bir ürün bitirme durumum söz konusu değil.Şimdi yazacağım ürünlerin dibinde birer ikişer parmak kalmışlardı. Bir gayretle ve yazacak olmamın gazıyla bitiriverdim. Evde havalı bir body shop poşetinde topladım hepsini. Çok mutluyum la :) umarım sizde okurken keyif alırsınız canlar :)
1)Nivea Matlaştırıcı Günlük Bakım Kremi; Bu yüz kreminden sonra bir daha nivea kremlerini asla kullanmamaya karar verdim. Sebebine gelince, kremi kullanmaya başladığımdan beri yüzümde tüylenmenin arttığını gördüm. Öyle ki kaşımı aldırdım diyelim, akşam yatarken kremi sürüyorum, sabah ana bir de ne göreyim kaşımda çıkmalar başlamış. Önceleri tesadüf sanıyordum. İnternette azıcık kurcalayınca benim gibi nivea kremleri kullanıp tüylenme yaşayan bir sürü insanla karşılaştım. Bu yüzden nivea yüz veya herhangi bir kremi benim için bitmiştir.

2)Shiseido Güneş Sonrası Bakım Kremi; Kendisiyle iki yazdır birlikteyiz. Güneşlen, denize gir, zart zurt duş aldıktan sonra bütün vücuduma sürüyordum. Memnunum oldukça nemlendiriyor. Kokusu güzel. Tek kötü yanı bir süre böle yapış yapış bırakıyor. Sürüp bir süre bir şeyle uğraşmamanız gerekir anlayacağınız.


3)Bebe yağı; Adını sanını sökmüşüm :) uzun zamandır evde olan bir bebe yağıydı. Ben bebe yağını epilasyondan sonra veya vücudum kuruluktan öldüğünde duştan sonra kullanıyorum. Kim bilir hangi markaydı, epeydir elimdeydi, bitirdim.

4)Body Shop Coconut Body Butter; Bence piyasada bulunan en güzel hindistan cevizi kokusuna sahip, en iyi body butter. Kokusu oldukça kalıcı. Yani bir body buttera göre oldukça iyi. Azıcık sıkıldım kokusundan daha sonra kesinlikle tekrar alırım.

5)Body Shop Coconut Shower Cream; Benim için vücut şampuanı bol bol köpürmeli güzel kokmalı. Beklentilerimi karşıladı.

6)Body Shop Coconut Body Scrub; Vücut peelingide aynı kokuya sahip. Oldukça başarılı. Uygulayıp çıktığınızda yumuş yumuş yapıyor cildinizi. Memnun kaldım.



7)Nivea Deodorant; Çanta için hatta makyaj çantası için en ideal miniş boy. Tüm günü dışarda geçirdiğim zaman deodorantımı tazeleme ihtiyacı hissediyorum. Bakmayın minnacık olduğuna epey bereketli bir ürün.


8)Pantene Pro-V Şampuan; Efendim bu şampuanı kullandım hayatım değişti diyemem. Güzel kokuyor, güzel köpürüyor. İyi temizliyor. Yıpranmış saçlar için diyor, bir düzelme var mı derseniz. Hayır yok.

9)Nude Saç Kremi; Saçları açıyor, güzel kokuyor. Ekstra bir yararını görmedim.

10)Avon Advance Techniques Straight & Sleek; Bu saç serumu mükemmel kokuyor öncelikle onu söyleyeyim. Saç uçlarındaki o kuruluğu, yoluk yoluk görüntüyü tamamen alıyor. Ama tedavi eder mi diye sorarsanız işte ona karar veremiyorum. Yok ben her duştan sonra sürerim derseniz hemen bir tane edinin. Ben stoklamaya başladım bile :)
11)Uni Eye Disc; İlk bakışta oldukça kullanışlı görünüyor bu göz makyajı temizleme pedleri. Durun! Pedler adeta birer zımpara! Ayrıca benim gözümü fazlasıyla yaktı, neredeyse yarım gün gözlerim kızarık dolandım. Eğer pedin zımpara dokusuna ve yakmasına katlanırsanız göz makyajınızı temizleyebilirsiniz. Ben mi? Bir daha mı? Tövbe.

12)Nivea Pure & Natural Tonik; Kreminin aksine toniğin de tüylenme gibi bir sorun yaşamadım. Fakat kremden sonra nivea ürünlerine karşı bir fobim oluştu. Herhangi bir ürününü yüzüme sürmek istemiyorum. Başka tonik arayışındayım. Tavsiyesi olan?
13)Watsons Siyah Nokta Bandı; Berbat, rezil, çöp. Hiç bir işe yaramıyor. Bir kutudan da 10 tane çıkıyor, nasıl bitireceğim bilmiyorum.

14)Apaks Tüysüz Pamuk; Yüz ve göz makyajı için oldukça kullanışlı. Tüysüz olduğu için gözünüze tüy kaçması gibi bir durum söz konusu değil. Çok memnunum. Aynı pamuğu kullanmaya devam ediyorum.

İlk bitirdiğim ürünler yazımın sonuna gelmiş bulunmaktayım. Çok özeniyordum yapanlara, rahatladım valla. Bir iki üründe olsa fikir edinebilmişseniz yazımdan ne mutlu bana :) Sevgiler.

11 Kasım 2012 Pazar

Çilek Sokak Alısverisi #3

Öncelikle geçenlerde televizyonda klibini gördüm. Yeniden duymak hoşuma gitti belki sizde özlemişsinizdir.
Melanie C - Never Be The Same Again


Kadıköy’e her gittiğimde mutlaka çilek sokağa uğruyorum. Her zaman alışveriş gününde olmuyor insan bazen bir bileklik alıp çıkıyorum. En iyisi toptan yazayım dedim. Peş peşe gittiğim için genelde yeni ürünlerle karşılaşmıyorum. Çilek sokağa artık tamamen kış hakim. Yelekler, montlar, ceketler ve tabi ki bir sürü kazak, hırka modelleri. Zor beğendim, bir türlü seçemedim ancak bu iki kazağı alabildim. Aslında bir kazağım daha var ama ciddi ciddi ütü istiyor ve şimdilik üşendiğim için onun fotoğrafını koymadım :)

 Çilek sokağın girişinde sol taraftaki ilk mağazalardan birinden aldım. 30 lira. Mağazanın adına dikkat etmedim ne yazık ki.


Sokağın ortalarında Erşan diye bir dükkan var. Hatta geçen yazımda internet siteleri olduğundan bahsetmiştim. 28 lira.


Fotoğrafta gördüğünüz tüm takıların tanesi 1.50 lira. Takıları alalı iki hafta falan olmuştur. aldığımdan beride takıyorum. Özellikle bileklikler bir arada çok hoş görünüyor. Genelde bu tarz takıların klipsleri kopar. Ancak şimdiye kadar öyle bir sorunla karşılaşmadım.


Toplu fotoğrafta kaynamasını istemedim bu bebeğin. Aşık oldum resmen. Yeni favori yüzüğümsün bıyık! :) 

Bir önceki Çilek Sokak Alışverişi yazısı için TIK!
Yüzüklerimle ilgili yazım için TIK!

2 Kasım 2012 Cuma

Bambu Yaprağı. Pardon?


Mint yeşili hayranlığım çalışma masamın olduğu duvarı boyayana kadardı. Çok büyük hayallerle başladığım oda dekorasyonum hüsranla bitti resmen. 

Önce; 
Duvardaki eski kitaplığımı söktüm ,
Spatulayla eski boyayı kazıdım ,
Duvarı zımparaladım.

Babamla beraber bauhaustan dolabımla aynı renk raflar ve masa aldım. Dolabımın sürgü kapaklarının kenarları gümüş rengi olduğu için, yine gümüş renk raf ve masa ayakları aldık. 
İstifadan sonra duvarı boyamaya kalkıştım. Anam o da ne! Boyanın rengi bambu yaprağı çıkmaz mı? Bauhaustaki görevliden beyaz istedik, gitti getirdi. Bu saçma rengi vereceği asla aklıma gelmezdi. 
Boyanın kapağı açık, ben boya kutusunun başında yere çömelmişim. Öyle kaldım bir beş dakika. Parmağımın ucuyla azıcık alıp duvara sürttüm. Yeeeaaani. 

Normalde alır gider bauhausa olay çıkarırım. Ama nasıl üşeniyorum. Ayrıca üç dört gün kaldı okulumun başlamasına bir an evvel yerleşmem lazım. Bastım boyayı kovaya, sürdüm duvara kat kat. Rezil bir renk! Yahu hiç uymadı rafların rengine. Ayaklarda raflara kısa geldi. Raf öne doğru meyil verdi. Sanırım matkapla on deliği boşuna açtık babamla. Yarın acele bir şekilde geri döneceğim eski siyah raf ayaklarıma.
Çok moralim bozuldu hiçbir şey hayal ettiğim gibi olmadı :(
Kimin gözü kaldıysa kulağının içinde sivilce çıkar inşallah ve küçük parmağını dolaba çarpar :( Sevgiler.

30 Ekim 2012 Salı

istifa


2 yıl 2 ay 5 gün süren iş hayatımı bugün sonlandırıyorum. Bugün hayatımda ilk defa istifa yazacağım. Mağaza ve giriş kartlarımı teslim edeceğim. Saat sekizde mağazadan çıktığımda adımımı yeni bir hayata atacağım.

28 Ekim 2012 Pazar

Deniz'in saatle imtihanı



Sene 2010 yine bir kış saati uygulaması zamanı. Telefonumu yeni almışım memnun değilim pek haşır neşir değiliz. Benim süpersonik telefonum meğersem saat ayarını kendi yapıyormuş bir de ben geriye aldım. Evde ki saatleri geri aldım. Sonra annemlerle telefonlaştık. Annem direk saatleri geri aldın mı? dedi. Beraberken hep onlar hallederdi bu ileri geri işlerini. O an telefonumu iki kere geri aldığımı fark ettim sonra diğer saatleri cep telefonuma göre iki saat geri aldığımı düşündüm. Hepsini iki saat ileri aldım. 
İyice kafam karıştı. Saat ikide işe gideceğim “Naaptım ya la ben” “Saat kaç?” çıldıracağım her saat farklı telden çalıyor. En son televizyondan Ntv’ye mi ne baktım. Aha geç kalıyorum. Apar topar çıktım evden. İşe 15-20 dakika geç kalmıştım. Ve bu benim ilk geç kalışımdı. (yeri ayrıdır) Müdürüm inanmamıştı söylediğime. Anlattığım o kadar karışıktı ki zaten. Ama keyfimden geç kalıyor olsam yaptığım bu aptallığı ona anlatmazdım. Çok moralim bozulmuştu inanmayınca. Ben yalan söyleme alışkanlığı olan biri değilim kaldı ki. Neden bu aptallığımı sana söyleyeyim. Otobüs kaçtı derdim. Ama tüm salaklığımı sana anlatıyorum. Bana “bir gün ünce hatırlattım Deniz hanım nasıl şaşırdınız anlayamadım” dedi. 2010 saat karmaşası böyle bitti. 
2011 senesinde ailem evdeydi ve tüm saatlerin hakkından geldiler :)
Gelelim bu seneye. Dün depodaki dolabın üzerinde kış saati uygulaması zart zurt diye bir yazı asılmış. Okur okumaz “geldi mi la o lanet gün” dedim. “İnşallah unutmam eve gider gitmez geri alayım”dedim. Der demez unuttum bunu. Akşam eve geldim. Sergül’ün spagetti çerezinden yaptım. Dizi izledim. Uzandım. Tost yaptım, ben bilmem eşim biliri izledim. Hiiç aklıma bile getirmedim saat olayını.
Sabah çok zor uyandım aslında aklımda erken kalkıp çamaşır yıkamak vardı. Biraz etrafı toparlarım falan dedim ama dokuz buçukta anca çıktım yataktan. Saat 11de evden çıktım. Bugün ki shiftim 12-8. Yine apar topar attım kendimi. Ne suratıma bir şey sürebildim ne adam gibi giyinebildim. Apartmandan çıktım. Güneş gözlüğümü taktım. Telefonumu çıkardım o da ne saat 10.08. O anda durakaldım. Beynim fıııjjjt geriye gitti. Şu kelebek etkisi filminde ki gibi. 
Saat 
Geri
Kış
Uygulama
Unutma
Paldır küldür eve çıktım Ntv’yi açtım. Saat 10.10du. Sinirimden ayaklarımı yere vurmak, zıplamak istedim. Ya bir insan saat uygulamasından bu kadar çekinir mi? Her sene sorun yaşar mı? Alacan kısa çubuğunu saatin bir önceki sayıya çekecen bitti la.
Aptal dediğinizi duydum deyin anam. Haklısınız. 
Ama önümüzdeki saat uygulamasına çok sıkı hazırlanıyorum bilesiniz :)
Şimdi saat gerçekten 11. işe gidiyorum canlar. Sevgiler :)

27 Ekim 2012 Cumartesi

Sergül'ün Spagetti Çerezi

Bugün işten 20.00de çıktım. Sabahtan beri pek iştahım yok. Çay molam da birazcık fındık yedim yemek molam da önce mağazaları gezdim falan, sonra acıkırsam diye bir sosisli sandviç yedim. Eve geldim canım yemek yemek istemiyor. Keşke cips falan alsaydım dedim. Market evime yakın ama çok üşendim gitmeye. 



Önce televizyonu sonra bilgisayarı açtım. Youtubeda Sergül yeni videolar yüklemiş başladım izlemeye. En son Yoshiyle beraber yaptığı spagetti çerezi videosunu izledim. İşte bu dedim :) Hemen yapmaya koyuldum. Her şey çok ayrıntılı hiç zorlanmadım yaparken. Tadını beğendiğime göre tutturdum kıvamı demektir :) 


Sergül ve Yoshi candır. Güzel tarif için çok teşekkürler :)

Sergül'ün bloğu - Yolun Neresindeyim





25 Ekim 2012 Perşembe

bos gün


Geçtiğimiz pazartesi günü mağazada saat 8de toplantı yapıldı. Tabi benim kalkmam, hazırlanmam, zart zurt saat 6.50de kalkmam gerekti. Bugün onun acısını çıkardım ve yataktan saat 14.40ta mı ne kalktım :)
Şu an kafam kazan gibi haliyle. Evi derlemek toparlamakla ilgili uzuuun bir yapılacaklar listem var ama önce buraya bir şeyler karalamak istedim. Henüz ayılamadım mı desem ne desem :) 
İşten ayrılmama 6 gün kaldı. Mağazalarda ki yeni atamalardan sonra her gün başka bir saçmalık, başka bir angarya üretiyorlar. Ve ben gittikçe verdiğim karardan daha emin olmaya başlıyorum. Gittikçe daha huzurlu ve içime sinen bir hal alıyor, işten ayrılma ve tiyatro eğitimime başlama kararım.
Dün, bugün ve yarın izinliyim. Odamı bakıma almıştım ki bu başka bir yazı konusu olur :) Boyanacak bir duvarım var. Daha sonrada raflarımı ve çalışma masamı oraya yerleştirmem lazım. Her şeyi tiyatro akademisine başlamadan bitirmiş olmayı diliyorum :)
Saç düzleştiricimle ilgili enteresan olaylar yaşıyorum onu yazmak istiyorum ve pronet’le ilgili ve çalışma alanım bittiğinde onunla da ilgili. Tatilimle ilgilide bir yazı ooo bıdı bıdı bu liste uzar. 
Azıcık çalışayım şimdik canlar :) 
Sevgiler.

19 Ekim 2012 Cuma

simdi bir baslık bulamayacagım.


Yazmayalı bin sene oldu yine. Nasıl başlayacağımı falan düşünüyorum iki saattir. Yani bu bir trip falan değil. Aklımda bir sürü şey var. Klavyeye dokunduğumda hepsi beynimden geçiyor bir anda. Ancak başlamak için doğru tuşa dokunamıyorum. Derken hoop birinci paragraf bitti.
Son yazımı 15 eylülde yayınlamışım. 15 eylülden bugüne hızlı bir deniz turu yaparsak. Yıllık iznime çıktım, bodruma gittim, kendime bir tiyatro akademisi buldum, bodrumdan döndüm, işe başladım, 31 ekimden sonra işi bırakacağımı söyledim, tiyatro akademisine kaydoldum. Böyle yazarken ne kadar güzel görünüyor. Kız sonunda o lanet ettiği işten ayrıldı hep hayal ettiği eğitimi alacak. 
Yok anam. Yaklaşık üç aydan beri iş başvurusu yolluyorum her yere. Hiç biri geri dönmedi. Bu işte hala asgari ücretle ömür çürütemem deyip koca koca planlar yapıyorum. Oda ne aa işten ayrılmasaydın biz seni şef yapacaktık zart yapacaktık, zurt yapacaktık. Kaderime bacağım girsin. İşten ayrılacağımı söyleyip 3-4 gün bekledim belki bir şey derler diye. Yok kimseden ses yok. Gittim okulun tüm ücretini yatırdım. Ertesi gün mağazadaki değişiklikler terfiler açıklandı. Koordinatör gözümün içine baka baka “sizde çok iyi yerlere geleceksiniz değişikliklerimiz devam edecek biliyorsunuz yeni şubeler açıyoruz Anadolu yakasında da.” 
Daha sonra iş yerinden, abim dediğim, dostum olduğunu düşündüğüm biri istifamı duyunca “Deniz keşke bir 15 gün önce konuşsaydık, seni ikinci müdür yardımcısı yapacaklardı, yeni şubeye seni düşünüyorlardı” başımdan aşağı kaynar sular yok yok, kezzap döküldü. Abi konuşsaydın, kim tuttu seni. Sinirlerim çok çok bozuldu onunla konuştuktan sonra. İnsan bir haber uçurmaz mı ya? Efendim herkes ne kadar akıllı ama “ okula yatırdığın paranı geri al, kal burada” yok ya bunca çiğliği yaşadıktan sonra kitabevini üstüme yapsalar kalmam. 
Alışveriş merkezinde bir ömür boyu çalışamazdım. Kıdem arttıkça ayrılmak daha zor olacak, beklentilerim artacak, hiçbir şeyi beğenmez olacaktım. Kaldı ki kitabevinin sefasını süreceğim diye hayallerimi bırakamazdım, belki tiyatro için yetenek yok bende, belki pişman olacağım, belki şu belki bu ama denedim diyeceğim. Varsayımlar ortadan kalkacak. Bulacağım hiçbir iş remzidekinden daha aşağı koşullarda olamaz. Adamlar asgari ücret veriyor. Taktir yok, güler yüz yok, teşekkür yok, emeğe saygı yok. Hiçbir şey beceremezsem de bundan kötü bir noktada olamam. 
Yeni bir işe girersem insanlarla asla samimi olmayacağım. İş seviyesinde bırakacağım. Gerçi yapamam biliyorum, ama tüm bu yaşadıklarım aklımın bir köşesinde olacak.
Yukarıyı okudum sinirimle yine hödö hödö anlatmışım. Bu muhabbetin daha bin kolu var. Daha ne kırıklar var. Ama o kadar çok insana ince ayrıntılarıyla anlattım ki. anlattıkça sildim. Anılarımı ve insanların çiğliklerini. 
Şimdi ben okulundan mezun olduktan sonra bir süre remzi kitabevinde beklemiş bir çalışanım. Ötesi yok. Hayallerimi gerçekleştirecek maddi manevi gücü buldum. Ve bekleme yerimi başka arkadaşlara bırakıyorum. Ben orada çok özverili, hep güler yüzlü, neşeli çalıştım. Tüm kaprisli, suratsız insanlara rağmen. Bu benim kimse takdir etmese de ben yaptım bunları, ben biliyorum. Şimdi yeni hayatıma başlamanın zamanı 12 gün sonra bu macerayı bitiriyor ve bir sayfayı kapatıyorum.

Not: Yukarıda yazılanlardan tek kelime bile anlaşılmayabilir :) çok sinirli ve kırgın olduğum bilinsin. Dediğim gibi aklımda çok şey var ama hepsi birden dökülünce anlaşılmıyor. Sadece bana şans dileyin yeni okulum için. Ve asla bir alışveriş merkezinde çalışmayın :) sevgiler.

hepimiz buraya çıplak geldik

15 Eylül 2012 Cumartesi

Çilek Sokak #2 & Watsons'a gidi gidi verdim


Geçtiğimiz Perşembe (13.09.12) annemle alışveriş yapmaya çalıştık ama pek bir şey bulamadık ya da alışveriş günümüzde değildik. Kadıköyde dolandık mağazalardan sonra watsons ve çilek sokağa baktık. Çilek sokak yazdan kalma ürünlerle, az biraz yeni gelmiş kışlıklarla iyice karman çorman olmuş durumda. Ara dönem anlayacağınız, yazlık parçalar iyicene ucuzlamış. 
Çilek sokakta aşağılara doğru yeni bir takıcı açılmış. Aynı mağazada kotlarda satılıyor belki böylece ayırt edebilirsiniz :) Yüzükleri oradan aldım. Tanesi 1.50 liraydı. Daha yeni yeni yerleştiriyorlardı ürünleri. Bir daha gidip bakmak lazım. 



T-shirt 13 lira. Oldukça güzel çok azıcık kalınca bir kumaşı var. Yeni başlayan akşam serinliklerine birebir :) Çilek sokağın ortalarında Erşan diye bir dükkân var oradan aldık. Eve geldiğimizde fiyat etiketini sökerken bir baktık adamların internet sitesi de varmış. Çilek sokağa göre oldukça profesyonel çalışıyorlar. Zaten dükkânlarının içinden de belliydi. Bir bakın derim. 

Bu aldığım gömlek hemen hemen bütün dükkânlarda vardı. Ancak bedenimi ve defosuzunu bulmak biraz güç oldu. Sonunda en mükemmelini buldum. Nisan ayında kot gömleklerle ilgili bir yazı yazmıştım ve ne kadar pahalı olduklarından şikâyet etmiştim. Bu kot gömlek 30 lira. Kumaşı oldukça kalın. Defosuzunu bulduğunuz taktirde dolabınıza çok yakışacaktır :)

Gelelim watsonstan alınanlara. Watsonsa girme amacım sadece rimmel london ojelerinden almaktı. Ojenin büyük olanı 4.50 lira, küçük olanı 3.50 lira. Bu arada rimmel london ojelerinde ikincisi %50 kampanyası var. Daha sonra ojelerle ilgili ayrıntılı bir yazı yazmak istiyorum çünkü büyük olanın fırçası harika görünüyor.



Kakao yağını almamın sebebi çatlaklara iyi geldiğini duymuştum ve bronzlaşmaya yardımcıymış. Güneşin son demlerinde bu bronzlaşma özelliğinden faydalanıp daha sonra çatlaklarımda test edeceğim. Siyah nokta bantlarını hiç denemedim bakacağım artık :) Sevgiler. 


Aldığım yüzükleri gösterdiğim fotoğrafta, tırnağımdaki oje Pastel - 55 numara

14 Eylül 2012 Cuma

yüzüklerim



Mayıs ayında Sergül’ün yüzükleriyle ilgili Yeni Takıntım adlı yazısını okuduğumdan beri yüzüklerimle ilgili bir yazı yazmak istiyordum. Kısmet bugüneymiş :) Hepsini ayrıntılı gösteremesem de en sevdiğim ve en sık kullandıklarımı ayrıca çektim. 
Ben yüzüklerimi bu kutuda saklıyorum. Şu uzun kuyruklu kedi yüzüklüklerden de var elimde ama hem benim tüm yüzüklerimi taşıyamıyor hem de altlardan bir yüzük almak istersem bütün yüzükleri çıkarmak zorunda kalıyorum. Hiç işime gelmiyor doğrusu. Bu kutuyu çok seviyorum zaten. Eskiden de anneannem takılarını bu kutuda saklarmış.

Bu yüzüğü geçen sene 3 liraya aldım. Üzerinde kar tanesi şekli olduğundan sanırım kışın parmağımdan çıkarmadım, yazında elim hiç gitmedi.
Bu yüzüğü yurttaki ilk oda arkadaşım Büşra amerkiya gittiğinde biz mektuplaşırken mektubun içine koyup yollamıştı. Hem çok şaşırdım hem de çok sevindim. Beni ne kadar iyi tanıyor :)
Cam yüzüklere bayılıyorum. Bir de çabuk kırılmasalar. Hemen hemen tüm renklerine sahiptim ancak kırıla kırıla elimde yalnızca bunlar kaldı. Her yerde ince olanlarından bulunmuyor. Atlas pasajında ki bir takıcıda incelerinden bolca var hem de renk renk. Ama piyasaya göre azıcık pahalı.
Gözlük şeklinde olanı terkostan 3 liraya aldım diğerlerini hatırlamıyorum.
Neden bunlar elimde ikişer tane? Çünkü arkadaşlarımla beraber aldık ve onlar bende kaldıklarında bu yüzüklerini unuttular biri Özdenin biri Ayşenurun :) duyurulur.
Baştaki yine terkostan 3 lira. Ortadakini hatırlamıyorum. Sondaki annemin hediyesi.
Bunları da pek fazla takmıyorum ama çok sevimliler. Nerden ne kadara aldım hiç hatırlamıyorum.
Baştakini kendim yaptım. Kadıköyde şifa hastanesinin oralarda bolca boncukçu var bilirsiniz. Parmağa takılan kısmı ve zar şeklinde boncukları alıp yalnızca birbirine geçirdim. Ancak takamıyorum parmağımı çok boyuyor. İçine şeffaf oje sürmeyi deneyeceğim. Diğerini kadıköyde, rexxin olduğu sokaktaki bir takıcıdan aldım hem de 7 liraya hemen rengi değişti, içi soyuldu, gözündeki boncuklar düştü. İlk aldığımda çok severek takıyordum.
Sergülün yüzükleriyle ilgili yazısı için buraya